FB TW PIN NWS

Empresyonist

Empresyonist

Empresyonizm

Nesneyi doğrudan doğruya tasvir ve analiz etme yerine, onun uyandırdığı duyguları anlatma yolu. XIX yüzyılın sonlarında fransa’da doğdu. önce resimde, sonra diğer sanatlarda tesiri görüldü.

Empresyonistler dış dünyanın kendi içlerinde bıraktığı izlenimi dile getirirler. Bu âlem, sanatçıya sadece heyecan ve duygusal dalgalanmalar veren bir uyarıcıdır. Önemli olan sanatçının kendi algılamaları ve bunları anlatma yöntemidir. Edebiyatın bir amaca hizmet edemeyeceğini savunur. Empresyonist edebiyatçılar şiir, kısa hikaye, tek perdelik manzum piyes gibi kısa çalışmaları tercih etmişlerdir.

Empresyonizm Nedir ? (Özet)
İzlenimcilik anlamına gelen empresyonizmde sanatçılar dış dünyaya ait olanı; ışığı, renkleri, tepkileri, hüzünleri işlemekte ve yakalanan anlık konuları resmetmektedir. Bu akım ışık ile resim yapma olarak tanımlanmaktadır. İzledikleri temel kaynak güneştir. Konu ışık yansımaları arasında kaybolmuştur. 17. yüzyılda doğan Barok üslup, hayli değişmiş olarak 18. yüzyılda da varlığını sürdürmüştür. Barok sanatın gölge ışık karşıtlığına dayanan çarpıcı, içe işleyici dramatik etkisi giderek kaybolmuş ve yerini daha yumuşak bir üsluba bırakmıştır. Bu dönemde ressamlar, atelyelerin loş ortamından çıkıp güneş ışığı altında resim yapmışlardır.

Bu dönemin en önemli temsilcileri: Claude Monet, Pierre Auguste Renoir, Vincent Van Gogh, Paul Cézanne, Henri de Toulouse-Lautrec, Alfred Sisley, Pissarro'dur.

İzlenimciliğin Özellikleri
1. Akımın en önemli özelliği bir izlenimin uyardığı duyguların duyulduğu gibi yansıtılmasıdır.
2. Anlam kapalıdır.
3. Bu akımın yazarı, doğrudan doğruya gördüğü gerçeği değil de, gördüklerinin ve izlediklerinin kendisi üzerinde bıraktığı izlenimi ve duyumu esas alır.
4. Daha çok edebiyatta ve resimde gelişmiştir.
5. Dış aleme, ondaki varlıklara ve nesnelere karşı ilgisizdirler.
6. Edebiyatta, resimde, müzikte okuyucunun, seyircinin, dinleyicinin eserle karşı karşıya gelir gelmez edineceği izlenim bu akımın tatlı, yumuşak, kucaklayıcı, canlı teması olmuştur.
7. Empresyonist sanatçının anlattığı dış dünya değil, dış dünyadaki varlıkların hayâle bürünmüş izlenimleridir.
8. Empresyonistler, etkici ve duygucudurlar. Zaten empresyon, etki - duygu anlamındadır.
9. Empresyonizm, esas olarak ve her şeyden önce özgürlüğün simgesidir, sembolüdür.
10. Hayale ve soyut betimlemelere yer verilmiştir.
11. Her şey sanatçının duyumuna bağlı olarak anlatılır.
12. Objenin kişi üzerindeki izlenimleri önemli olduğu için realizmin karşıtıdır.
13. Sanatçılar eserlerinde kendi iç dünyalarını dile getirmişlerdir.

Empresyonizmin Önemli Temsilcileri
Resimde Temsilcileri:
Pierre Auguste Renoir
Claude Monet
Vincent Van Gogh
Henri de Toulouse-Lautrec
Alfred Sisley
Pissarro
Paul Cézanne

Müzikte Temsilcileri
Maurice Ravel
Claude Debussy
John Alden Carpenter
Ottorino Respighi
Charles Tomlinson Griffes
Isaac Albéniz
Paul Dukas

Edebiyatta Temsilcileri
Rainer Maria Rilke
Arthur Rimbaud
James Joyce

Türk Edebiyatındaki temsilcileri
Ahmet Haşim
Cenab Şahabeddin

Empresyonizm Nedir ? (Detay)
On dokuzuncu yüzyılda, Eugene Delacroix'nın, Jean Baptiste Camille Corot'nun, Joseph Mallord William Turner'in klâsik paleti bırakarak empresyonizmi, bel­ki farkına varmadan, hazırlamışlardır. Bu hazırlama, dört başı mamur bir ekol halinde 1874 yılında kurulacak, az zamanda resim dünyasını etkisi altında bırakacaktı.

Hepsi 1830 ile 1841 arası doğmuş bir grup genç ressam 1860 yılında Paris'te buluşmuş, yeni bir akı­mın temellerini atmıştı. Bu ressamlar Claude Monet, Camille Pissarro, Alfred Sisley, Armand Guillaumin, Edgar Degas, Paul Cézanne, Berthe Morisot, ve Frederic Bazille idi.

Genç ressamlar, birlikte çalıştıkları akademilerin öğretim sistemini benimsemiyor, artık eskimiş, dev­rini kapatmış çalışma metotlarından kaçmak istiyorlardı. Koyu gölgelerle ağırlaşmış çıplak model etütleri, antik heykellerden kopyalar, Rönesans estetiği­nin soysuzlaşmış prensipleri yerine; taze, canlı, doğ­rudan doğruya tabiattan ilham alan resimler yapmak istiyorlardı.

Bu amaçlarına varmak için genç sanatçılar, hocaları Charles Gleyre'e sırt çevirerek sehpalarını nehir kıyı­larına, ormanlara, tabiat motiflerine götürdüler ve berrak, şeffaf, gün ışığını canlandıran tablolar meydana getirmek isteği ile çalışmaya başladılar. Böylelikle, birkaç yıl içinde, resim tarihinde eşlerine rastlanmaz, orijinal görüş ve teknikli tablolar meydana gelmiş oldu.

15 Nisan 1874 de genç ressamların kurdukları grup, Nadar fotoğrafhanesinin Capucines bulvarın­daki büyük atölyesinde ilk sergisini açtı. Claude Monet'nin teşhir ettiği "Doğan Güneş, Empresyon" ad­lı tablosu, genç grubun firması oluvermişti. "Empres­yon", yani "Tesiretkiduygu" adı "Charivari" mi­zah dergisi tarafından alaya alınarak yeni ressamlar "Empresyonist" Tesirci Duygucu" olarak isimlendi­rilmişti. Genç ressamlar bu alaydan gücenecekleri yerde, gerçekten "Duygu, etki peşinde koşmakta oldukları­nı" söyleyerek mizah dergisinin taktığı bu adı kabul etmişlerdi.

Claude Monet'nin "Doğan Güneş, Empresyon" diye isimlendirdiği, hararetli çekişmelere yol açan tablosu, gerçekten de Empresyonizm akımının bay­raktarı olacak kadar devrimci, ihtilâlci bir eserdi.

Claude Monet, bu tabloyu, sabah sisi içinde, Argenteuil'de, Seine Nehri kıyısından yapmıştı. Tablo­yu mavi bir buğu kaplıyordu. Uzaktan, mavilikler içinden portakal rengi bir güneş doğuyordu. Tablo­da her şey belli belirsizdi. Net, kesin resmedilmiş hiç­bir biçim yoktu. Tablo, Claude Monet'nin deyimi ile, "tabiata açılmış bir pencere" idi.

İngiliz ressamı Turner'in bazı eserleri bir yana, resim tarihi böylesine çalışılmış tablo görmemişti o güne kadar. Claude Monet ve arkadaşları biçimlerin, tabiat manzaralarının sertliğini, kesinliğini değil, ak­sine, tatlılığını, yumuşaklığını canlandırmak istiyor­lardı. Gerçekten de tabiatta bütün biçimler hava kat­ları içinde yumuşamış, sanki erimiş gibi değil mi idi? Güneşin doğuşunda, batışında sular, kıyılar, ağaçlar, evler, hattâ insanlar atmosferin kâh mavi, kâh mor, sarı yada turuncu cıvıltısı içinde eriyor, maddelerini yitiriyorlardı. Hele uzaklar, arka plân­lar büsbütün siliniyor, hafif, bellisiz buğular halin­de eriyorlardı.

Günün her saati başka idi. Klâsik ressamların hiç ilgilenmedikleri bu başkalık, Empresyonist res­samlara boyuna değişen, boyuna yeni âhenklere bü­rünen bir hayal âleminin kapılarını açıyordu. Orman içleri, nehir kıyıları, köy evlerinin turuncu damları, yelkenliler, havada dalgalanan bayraklar, güneşli pırıltılar içinde gezinen beyaz entarili kadınlar, ekil­miş tarlalar, tabiat ortasında, gün ışığı altında rast­lanan bütün bu konular Empresyonist ressamların başlıca temaları idi.

Empresyonistler atölye çalışmalarından kaçını­yorlardı. Atölye ışığında her şey ağırlaşıyor, koyu gölgelere bürünüyordu. Atölye ışığı tabii, normal bir ışık sayılamazdı. Normal ışık, saf, pürüzsüz ışık dı­şarıda, açık havada idi. Tabloların dışarıda, tabiat konusu karşısında meydana gelmeleri gerekiyordu. Empresyonistlerin atölyesi tabiatın kendisi, nehir kıyısı, ağaç gölgesi, tarla ortası idi.

Empresyonistlerin çalışmaya başladıkları yıllar­da bilim, renk fenomenlerini kesin olarak incelemiş, sonuçlandırmış bulunuyordu. Renk üstüne yapılan araştırmalar, Empresyonistler için teknik plânda sağ­lam bir dayanma alam oldu. Güneş ışığında ne si­yah vardı, ne de o güne kadar klâsik ressamların kul­landıkları griler, kahverengileri, koyu tonlar, kıymet­ler. Bundan ötürü, tablolara olanca parlaklıklarını vermek için, eski ressamların paletin deki bütün koyu renkleri atmak, yalnız güneş prizmasındaki altı, ye­di rengi kabul etmek gerekti.

Artık, bundan böyle ışıklar; sarı, turuncu, kırmızı, gölgeler mor, mavi olacaktı. Tablo, bir yandan sıcak, bir yandan soğuk renklerin denklendiği par­lak, şeffaf, pırıltılı, cıvıltılı, bol ışık veren, güneşi duyuran bir alan olmalı idi. Tabloyu seyredenin gö­zü kamaşması gerekti.

Claude Monet'nin, Sisley'in, Camille Pissaro'nun. Renoir'ın, Guillaumin'in Bazille'in tabloları bu pren­sip üstüne kuruldu. Bu prensip uzun yıllar halkça yadırgandı. Halk, deseni kesin olarak sınırlandırılmış, sert renklerden kaçınan, genel olarak siyaha, kahve­rengine kaçan gölgeli, gerçekçi resimlere alışmıştı. Oysa, Empresyonizm bütün bu akademikleşmiş değerleri bir yana atıyor, seyirciye yepyeni bir dünya açıyordu.

Empresyonist tablolarda desençizgi yapısı eski kesinliğini yitirmişti. Biçimler titrek, belirsiz sınır­landırılmıştı. Desen, çizgi yapısının önemi ikinci, üçüncü plâna atılmıştı. Empresyonist tablolarda önem­li özellik, gün ışığının parlaklığı, şenliği, cıvıltısı idi. Konu da önemini yitirmişti. Örneğin, Claude Monet, bir tarlaya diktiği şövaleyi yerinden oynatmadan, ay­nı tabiat parçasına bakarak, onu, günün çeşitli saat­lerinde büründüğü renkler içinde yorulmadan, bıkma­dan resmedebilirdi. Aynı konu, aynı tabiat parçası sabah, öğle, öğle sonrası ve akşam başka başka âhenklere bürünüyordu. Böylelikle Claude Monet, ça­lıştığı yerden kalkmadan dört, beş tablo yapmak ye­niliğini getiriyordu.

Empresyonistler boyayı tuval üstüne, eski res­samlardan çok değişik bir teknikle sürüyorlardı. Boya karışımlarını azaltmışlardı. Belli bir "ton" u, bir renk kıymetini bulmak amacıyla birbiriyle karıştırı­lan renklerin kimyevî barışmazlık yüzünden sonun­da karardığını, şeffaflıklarını yitirdiklerini anlamış­lardı. Bu yüzden karışımları azaltmışlar, üçten faz­la rengi hamur haline getirmemeye çalışmışlardı. Da­ha uzağa giderek, renkleri palette karıştırmadan tu­val üstüne yan yana sürüyorlardı. Böylelikle karışı­mı, tabloya uzaktan bakan seyirci gözü yapıyordu. Örneğin, mavi ile sarı karışımından doğacak yeşil, bu renkler tuval üstüne yan yana sürülmekle sağla­nabiliyordu. Bu tarz gerek mavinin, gerek yeşilin bütün kıymetleriyle canlı kalmasını, karışarak kir­lenmemesini sağlıyordu. Tuval üstündeki yakınlıkla­rı karşılıklı etkiyi doğuruyor, yan yana sürülmüş ma­vi ile sarı, otomatik olarak yeşil rengi doğuruyor­du.

Empresyonist akımını iki yönden ele alabiliriz: Teknik bakımından başardığı devrim, duygu bakımın­dan getirdiği taze hava.

Teknik devrim gerçekten de pek önemli idi. Gü­neş ışığındaki yedi rengi kullanmakla sağlanan renk­lilik, parlaklık, klâsik sanatın siyah, kahverengilerini tarihe veriyordu. Empresyonist tablolar "tabiata açılmış birer pencere" gibi aydınlık, ferahtı. Artık ressamlar gece karanlığını hatırlatan ağır, koyu göl­geler vuramazlardı. Empresyonist tablolarda uçu­şan turuncu, sarı, mor, mavi renkler güneş aydınlı­ğında kamaşan gözlere tablonun da göz kamaştırıcı olabileceğini gerçekleştiriyordu.

Duygu bakımından Empresyonizm, adamakıllı eskimiş gelenekleri kökünden yıkıyordu. Konu, he­le edebî, tarihî yada mitolojik konu ressam için ar­tık önemli değildi. Ressamın başlıca ödevi herhangi bir sahneyi, bir olayı canlandırmak değildi. Bir ba­kıma insan da resimdeki eski yerini kaybetmişti. İn­san resmi, portresi, çıplak yada giyinik kadın vücu­du yerine ele alınan tek konu tabiat idi. Ressamı bun­dan böyle ilgilendirecek ancak tabiat olacaktı. Hem de açık, pırıltılı, güneşin olanca kuvvetiyle egemen olduğu bir tabiat.

Empresyonist Ressamlar
Claude Monet (18401926) — Alfred Sisley (1839 1898) — Camille Pissaro (18301903) — Armand Guillaumin (18411927) — Berthe Morizot (18411895) — Frederic Bazille (18411870).

Paul Cézanne (18391906), Edgar Degas (18341917), Renoir (18411919) gibi üç büyük ressamı da Empresyonist akımın çerçevesi içine almak gerekse de, bunlar kendilerine has özelliklerle yukarıda say­dığımız ressamlardan ayrılıyorlardı.

Cezanne, Empresyonizmin prensiplerini kabul etmekle beraber, tablonun biçim ve geometrik yapı­sını da ele alıyor, böyle yaparken Kübizmin temeli­ni atmış oluyordu. Cezanne'ın tabloları renk bakımın­dan Empresyonist olmakla beraber, desence de sağ­lamdı. Daha doğrusu, Empresyonistler renklerle eşyanın sınırını, desenini "eritir" iken, Cezanne bu renklerle hem atmosferin titreşimlerini, hem de eş­yanın arkitektüral yapısını ifade etmek istemişti.

Pierre Auguste Renoir manzara ressamı değildi, figür, portre, kompozisyon ressamı idi. Tabiat onun resimlerinde figürlere ekli bir dekordu. Renoir'a göre, ideal ko­nu kadın vücudu idi. Kadın vücudunu ifade için bu ressamın Empresyonist kurallardan uzaklaşarak klâ­sik resmin geleneklerine yaklaşması gerekti. Ama Pierre Auguste Renoir, örneğin Venedikli ressamlara benzerliğini, Empresyonist paletten fedakarlıkla elde etmemiş, renk titreşimini figür ve portre tarzlarında tatbik etmek ustalığını göstermiştir.

Degas, pastellerinde Empresyonistti, ama boya­larında, hele tiyatro, bale, at yarışları gibi konular­da geleneğe bağlanabilirdi. Ne var ki, Degas, kom­pozisyon kurmada büyük yenilikler getirmişti. Ken­dinden önceki hiçbir ressamın gösteremediği bir ce­saretle ancak fotoğraf enstantanelerinde görülen ha­reket canlılığını tablolarına aktarıyor, tablo çerçeve­sinin dört yanını fotoğraf makinesinin objektifi gi­bi kullanarak resmetmek istediği konunun en önemli parçalarını alarak kalanını sanki kırpıyor, harcıyordu.

Empresyonistler Kimlerdir

Edebiyatta Empresyonizm
19.yüzyılın sonlarında Fransa’da doğmuştur. önce resimde, sonra da edebiyatla etkisini göstermiştir. Dış dünyanın sanatçıda bıraktığı izlenimleri anlamayı amaçlamıştır. Onlara göre sanatçı, dünyayı olduğu gibi anlatamaz. Ancak hayallerle süslenmiş izlenimler yardımıyla anlatıiabilir. Sembolizmin uzantısı sayabileceğimiz empreyonizm, “sanat için sanat” anlayışını benim­semiştir. Sanatçılar, ölçü ve uyağa önem verme­miştir. Onlara göre gerçek, kişisel izlenimlere göre değişir. Bu izlenimler de göreceli, yani sanatçıdan sanatçıya değişebilen niteliktedir.

Marie Rilke { Önemli yapıtları: Christop Rilke’nin Aşk ve Ölüm Şarkısı. Duino Mersiyeri..,) ve James Joyce (Önemli yapıtları : Sürgünler. Bir Delikanlının Sanatçı olarak portresi) empresyonizm temsilcileridir.

19. yüzyılın sonlarında Fransa’da ortaya çıkan, oradan diğer ülkelere yayılan, dış dünyanın sanatçıda bıraktığı izlenimleri yansıtmayı amaçlayan akıma Empresyonizm akımı (izlenimcilik) denir.

Empresyonizm, önce resimde, sonra edebiyatta etkili olmuş bir akımdır. Empresyonist sanatçılar dış dünyayı olduğu gibi değil de algıladıkları biçimde anlatmayı amaçlamışlar, öznelliği benimsemişlerdir. Onlara göre, bu dünya sanatçılara heyecan ve ruhi dalgalanmalar veren bir uyarıcıdır. Sanatçının görevi, duyduğu heyecanı, ruhi dalgalanmaları dile getirmek olmalıdır.

Edebiyat eleştirmeni K. Haedens’e göre, empresyonist şiirlerde sözcükler, yepyeni biçimlerde birleşir, bir “fosfor ışığı” içinde yıkanırlar.

Empresyonist şairler, şiirde biçime, kafiyeye önem vermezler. “Sanat için sanat” anlayışını benimseyerek, edebiyatın toplumsal bir görevi üstlenmesine karşı çıkarlar.

Empresyonizm, Sembolizm akımının özelliklerini taşıyan bir akım olarak değerlendirilebilir. Sembolizm akımı içinde yer alan bazı şairler, Emprosyonizmin de temsilcileri olmuşlardır.

Bu akım en çok resimde etkili olmuştur. Edebiyatta geliştiği başlıca türler şiir ve tiyatrodur.