Johnson Mektubu
Tarihe “Johnson Mektubu” olarak geçen bu olay; ABD Başkanı Lyndon Baines Jonhson’un, Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’ye iletilmek üzere Türkiye’deki ABD Büyükelçisi Raymond Hare’ye 5 Haziran 1964 tarihinde şifreli teleks ile gönderdiği ve bir mesajdır . Mesaj önce kamuoyundan saklanmış, yaklaşık bir buçuk yıl aradan sonra 13 Ocak 1966 tarihinde Hürriyet gazetesinde tam metin olarak yayımlanmıştır. Daha sonra da hükümet tarafından halka açıklanmak zorunda kalınmıştır. Böylece bu olay tarihe ünlü “Johnson Mektubu” olarak geçmiştir. Bu mektubu o kadar önemli kılan unsur; Türk-Amerikan ilişkilerinin yönünü değiştirmesi, daha açık bir ifade ile Türk-Amerikan ilişkilerini alt üst etmesidir. Fahir Armaoğlu bu olayı şu şekilde yorumlamıştır :
“Nasıl 12 Mart 1947 tarihli Truman Doktrini Türk-Amerikan münasebetlerinde bir dönüm noktası olmuş ise 5 Haziran 1964 tarihli Johnson Mektubu da Truman Doktrini’nin açmış olduğu sağlam bir dönemi tersine çeviren bir dönüm noktası olmuştur ” . Johnson mektubunun Türk-Amerikan ilişkilerini nasıl etkilediğini Kemal Arı şöyle ele almıştır: “…ABD Başkanı Johnson’un 5 Haziran 1964 tarihinde Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’ye gönderdiği mektup, Türkiye’de artık zaten ters yüz olmaya başlayan Amerikan algısını, bütünüyle diplere doğru itiverdi”.
Milliyet gazetesi yazarı Abdi İpekçi’nin yorumu da şu şekildedir: “Herhalde son olay (Johnson Mektubunu kastetmektedir) Türk-Amerikan münasebetlerinin bir dönüm noktasını teşkil edecektir. Gerçi Amerikalı dostlarımız kendilerine gösterilen her kırgınlığı “geçici” telakki etmek ve Türk dış siyasetindeki değişiklik ihtimallerini “şantaj” olarak değerlendirmek eğilimindedirler. Kendilerine bu güveni yapmakta oldukları yardımlardan vazgeçemeyeceğimiz konusunda besledikleri kanaatin verdiği anlaşılmaktadır. Ancak Amerikalı dostlarımız dış politikada meselelerinde sık sık yanılmışlardır. Şayet Türkiye’deki gelişmeleri de yukarıda tahlile çalıştığımız şekilde değerlendiriyorlarsa yeni bir yanılma arifesindeler. Zira Türk kamuoyu şimdi her şeyin üstünde tuttuğu Kıbrıs davasında ABD tarafından bir ihanete uğradığını görürse münasebetlerini bir şantaj olarak değil, fakat tabii bir tepki neticesinde gözden geçirecektir…”.
Fahir Armaoğlu, “ABD Cumhurbaşkanı Lyndon B. Johnson’un 5 Haziran 1964 tarihinde Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’ye yazdığı bu mektup, 1963-65 Kıbrıs bunalımının en mühim hadisesi olduğu kadar, belki bundan da fazla, gerek Türk-Amerikan münasebetlerinde, gerek Türk dış politikasında yeni bir dönemi başlatan bir belgedir”. diyerek meseleyi açıklamaya çalışmıştır. İşte, yazarlarında belirttiği gibi gerçekten de bu mektup Türk-Amerikan ilişkilerin de bir dönüm noktası haline gelmiştir.
Johnson mektubu üslubuyla da dikkat çekici olmuştur. Diplomatik estetiği olmayan bu mektubun sanki tehdit eder şekilde yazılması da oldukça aşikâr olmuştur. Haluk Şahin’in aktarımıyla mektubu sonradan gören ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı ve aynı zamanda Kıbrıs uzmanı George Ball “Hayatımda bu kadar gaddar bir diplomatik mesaj görmedim” demiştir. Görüldüğü gibi ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı dahi mektubun üslubunun katı ve sert olduğunu belirtmiştir.
Dikkat edilmesi gereken bir hususta, Türkiye’de görev yapmış Amerikalı diplomatlara Türkiye’de ne zaman görev yaptıkları sorulduğunda “Mektuptan önce”, “Mektuptan sonra” diyerek cevap vermektedirler. Bu mektup Amerikalı diplomatlar tarafından da sanki bir milat olarak görülmektedir. Esasen öylede olmuştur. Çünkü bu mektup bir dönemi bitirip, bir yeni dönemi başlatmıştır.
JOHNSON MEKTUBU
Sayın Bay Başbakan,
Türkiye Hükümetinin, Kıbrıs'ın bir kısmının askeri kuvvetle işgal etmek üzere müdahalede bulunmaya karar vermeyi tasarladığı hakkında Büyükelçi Hare vasıtasıyla sizden ve Dışişleri Bakanınızdan aldığım haber beni ciddi surette endişeye sevk etmektedir. En dostane ve açık şekilde belirtmek isterim ki geniş çapta neticeler tevlit edebilecek böyle bir hareketin Türkiye tarafından takip edilmesini, Hükümetinizin bizimle evvelden tam bir istişarede bulunmak hususundaki taahhüdü ile kabili telif addetmiyorum. Büyükelçi Hare, görüşlerimi öğrenmek üzere birkaç saat tehir etmiş olduğunuzu bana bildirdi.
Yıllar boyu Türkiye'yi en sağlam şekilde desteklediğini ispat etmiş olan Amerika gibi bir müttefikin, bu şekilde neticeleri olan tek taraflı bir kararla karşı karşıya bırakılmasının, Hükümetiniz bakımından doğru olduğuna hakikaten inanıp inanmadığınızı sizden sorarım. Binaenaleyh, böyle bir harekete tevessül etmeden önce Birleşik Amerika Devletleri ile tam istişarede bulunmak mesuliyetini kabul etmenizi hassaten rica etmek mecburiyetindeyim.
1960 tarihli Garanti Antlaşması ahkamı gereğince böyle bir müdahalenin caiz olduğu kanaatinde bulunduğunuz intibaındayım. Bununla beraber Türkiye'nin mutasavver müdahalesinin, Garanti Antlaşması tarafından sarahaten men edilen bir hal sureti olan takvimi gerçekleştirme gayesine matuf olacağı yolundaki anlayışımıza dikkatinizi çekmek zorundayım. Ayrıca, söz konusu Antlaşma teminatçı Devletler arasında istişareyi gerektirmektedir.. Birleşik Amerika bu durumda, tek taraflı harekete geçme hakkının henüz kabili telif olmadığı kanaatindedir.
Diğer taraftan, Bay Başbakan, NATO vecibelerine de dikkat nazarınızı celp etmek mecburiyetindeyim. Kıbrıs'a vaki bir Türk müdahalesinin Türk-Yunan kuvvetleri arasında askeri bir çatışmaya müncer olacağı hususunda zihninizde en ufak bir tereddüt olmamalıdır. Dışişleri Bakanı Rusk, Lahey'de yapılan son NATO Bakanlar Konseyi toplantısında, Türkiye ile Yunanistan arasında bir harbin "kelimenin tam manasıyla düşünülemez" olarak telakki edilmesi gerektiğini beyan etmişti. NATO'ya iltihak esası icabı olarak, NATO memleketlerinin birbirleriyle harp etmeyeceklerini kabul etmek demektir. Almanya ve Fransa NATO'da müttefik olmakla yüzyıllık husumet ve düşmanlıklarını gömmüşlerdir; aynı şeyin Yunanistan ve Türkiye'den de beklenmesi gerekir. Ayrıca, Türkiye tarafından Kıbrıs'a yapılacak askeri bir müdahale Sovyetler Birliği'nin meseleye doğrudan doğruya karışmasına yol açabilir. NATO müttefiklerinizin tam rıza ve muvafakatleri olmadan Türkiye'nin girişeceği bir hareket neticesinde ortaya çıkacak bir Sovyet müdahalesine karşı Türkiye'yi müdafaa etmek mükellefiyetleri olup olmadığını müzakere etmek fırsatını bulmamış olduklarını takdir buyuracağınız kanaatindeyim.
Diğer taraftan Bay Başbakan, bir Birleşmiş Milletler üyesi olarak Türkiye'nin vecibeleri dolayısıyla da endişe duymaktayım. Birleşmiş Milletler Ada'da sulhu korumak için kuvvet temin etmiştir. Bu kuvvetlerin vazifesi zor olmuştur, fakat geçen son birkaç hafta zarfında, Ada'daki şiddet hareketlerinin azaltılmasına tedrici bir şekilde muvaffak olmuşlardır. Birleşmiş Milletler Arabulucusu henüz işini bitirmemiştir.. Hiç şüphem yok ki, Birleşmiş Milletler üyelerinin çoğunluğu, Birleşmiş Milletler gayretlerini baltalayacak olan ve bu zor meseleye Birleşmiş Milletler tarafından makbul ve barışçı bir hal tarzı bulunmasına yardım edebilecek herhangi bir ümidi yıkacak olan Türkiye'nin tek taraflı hareketine en sert şekilde tepki gösterecektir.
Aynı zamanda, Bay Başkan, askeri yardım sahasında Türkiye ve Birleşik Devletler arasında mevcut iki taraflı Anlaşma'ya dikkatinizi çekmek isterim. Türkiye ile aramızda mevcut Temmuz 1947 Anlaşmasının 4'üncü maddesi mucibince, askeri yardımın veriliş maksatlarından gayrı gayelerde kullanılması için Hükümetinizin, Birleşik Devletlerin muvafakatini alması icap etmektedir. Hükümetiniz, bu şartı tamamen anlamış bulunduğunu muhtelif vesilelerle Birleşik Devletlere bildirmiştir. Mevcut şartlar tahtında Türkiye'nin Kıbrıs'a yapacağı bir müdahalede Amerika tarafından temin edilmiş olan askeri malzemenin kullanılmasına Birleşik devletlerin muvafakat etmeyeceğini samimiyetimle ifade etmek isterim.
Mutasavver Türk hareketinin fiili neticelerine gelince, böyle bir hareketin Kıbrıs adası üzerinde on binlerce Kıbrıslı Türk'ün katledilmesine yol açabileceği keyfiyetine en dostane bir şekilde dikkatinizi çekmek mecburiyetini hissediyorum. Tarafınızdan böyle bir harekete tevessül edilmesi, infiali mucip olacak ve girişeceğiniz askeri hareketin himaye etmeye çalıştığınız kimselerin pek çoğunun imhasını önlemeye yeter derecede müessir olması imkânsız olacaktır. Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin mevcudiyeti böyle bir faciayı önleyemez.
Sözlerimi pek fazla sert bulabilir ve bizim Kıbrıs meselesinde Türkiye'nin ilgisine karşı bigane olduğumuzu düşünebilirsiniz. Durumun böyle olmadığını size temin ederim. Gerek alenen gerek hususi olarak, Kıbrıs Türklerinin emniyetini sağlamakta ve Kıbrıs meselesinin nihai hal tarzının konuyla doğrudan doğruya ilgili tarafların rızasına dayanması hususu üzerinde ısrar etmekte gayret gösterdik. Amerika Birleşik Devletleri'nin sizin lehinize yeter derecede faaliyet sarf etmediği hissini taşımanız mümkündür.
Fakat herhalde bilirsiniz ki politikamız Atina'da en sert şekilde infiale yol açmış (bizim aleyhimize orada nümayişler yapılmış) ve Amerika Birleşik Devletleri ile Başpiskopos III. Makarios arasında esaslı bir uzaklaşma husule getirilmiştir. Daha birkaç hafta önce yaptığımız görüşme sırasında Dışişleri Bakanınıza da söylediğim gibi, Türkiye ile olan münasebetlerimize çok büyük değer veriyoruz. Sizi kendisiyle temel ortak menfaatlerimiz olan büyük bir müttefik telakki etmişizdir. Sizin güvenlik ve refahınız Amerika halkı için ciddi bir alaka mevzuu olagelmiş ve bu alakamız en pratik şekillerde ifadesini bulmuştur. Biz ve Siz, komünist dünyasının ihtiraslarına karşı koymak üzere birlikte dövüştük. Bu tesanüt bizim için büyük bir mana ifade etmektedir. Hükümetiniz ve halkınız için de aynı derecede bir mana taşıdığını ümit ederim. Kıbrıs'la ilgili olarak Türk cemaatini tehlikeye maruz bırakacak herhangi bir hal tarzını desteklemeyi düşünmüyoruz. Nihai çözüm yolu bulmaya muvaffak olamadık, zira bunun dünyadaki en girift meselelerden biri olduğu aşikârdır. Fakat Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin menfaatleri konusunda ciddi şekilde alakadar olduğumuz ve alakadar kalacağımız hususunda sizi temin etmek isterim.
Nihayet Bay Başbakan, en ciddi meseleyi, harp mı, sulh mu meselesini vazetmiş bulunuyorsunuz. Bu meseleler Türkiye ve Birleşik Devletler arasındaki iki taraflı münasebetlerin çok ötesinde giden meselelerdir. Bunlar, sadece Türkiye ve Yunanistan arasında bir harbi muhakkak olarak tevlit etmekle kalmayacak, fakat Kıbrıs'a tek taraflı bir müdahalenin doğuracağı, önceden kestirilemeyen neticeler sebebiyle, daha geniş çapta muhasemata yol açabilecektir. Sizin Türkiye Hükümeti'nin Başbakanı olarak mesuliyetiniz var, benim de Birleşik Amerika Başkanı olarak mesuliyetim mevcuttur. Bu sebeple, en dostane şekilde size şunu bildirmek isterim ki, bizimle yeniden ve en geniş ölçüde istişare etmeksizin böyle bir harekete tevessül etmeyeceğinize dair bana teminat vermediğiniz takdirde, meselenin gizli tutulması hususunda Büyükelçi Hare'e vaki talebinizi kabul etmeyecek ve NATO Konseyi ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin acilen toplantıya çağrılmasını istemek mecburiyetinde kalacağım.
Bu mesele hakkında sizinle şahsen görüşebilmemizin mümkün olmasını isterdim. Mateessüf, mevcut Anayasa hükümlerimizin icabı dolayısıyla, Birleşik Amerika'dan ayrılamamaktayım.
Teferruatlı müzakereler için siz buraya gelebilirseniz, bunu memnuniyetle karşılarım. Genel barış ve Kıbrıs meselesinin aklıselimle ve sulh yoluyla halli hususunda sizinle benim çok ağır mesuliyet taşımakta olduğumuzu hissediyorum. Bu itibarla aramızda en geniş ve en samimi istişarelerde bulununcaya kadar sizin ve meslektaşlarınızın tasarladığınız kararı geri bırakmanızı rica ederim.
Hürmetlerimle
Lyndon B. Jonhnson
- Okan Demir 18 Aralık
- Süleyman Saim Tekcan 18 Aralık
- Reshad Strik 16 Aralık
- Derya Uluğ 15 Aralık
- Balım Sultan 12 Aralık
- Charles Leclerc 10 Aralık
- Aka Gündüz Temur 09 Aralık