Ecevit’in ardından köşe yazarları ne dedi?
2006-11-07
Bülent Ecevit’in vefatının ardından bugün ulusal basında köşe yazarlarının büyük bir bölümü yazılarını Ecevit’e ayırdılar. Köşe yazarlarının neredeyse tamamı Ecevit’in dürüst ve nazik kişiliğine övgüler yağdırırken, siyasette farklı bir duruş sergilediğinin altını çizdiler. Ancak, Ecevit’in siyasi hayatında yaptığı hataları, ekonomik krizleri ve özelikle siyaseti bırakmakta gecikmesini ağır biçimde eleştiren yazılara da rastlandı.
Ecevit hakkındaki yazılardan öne çıkanlar şöyle:
Derya Sazak-Milliyet:
“Ecevit çağı”
Bu düzen değişecek! Ne ezen, ne ezilen insanca, hakça bir düzen. Toprak işleyenin su kullananın.
Halklara özgürlük.
Bu sloganlar, Türkiye'de "ortanın solu" hareketinin, 1970'lerde dağa taşa "Umudumuz Ecevit" diye yazan kitlelerin CHP'yi iktidara taşıma mücadelesinin, milyonları etkileyen "Ecevit çağı"nın ütopyasıydı.
Bülent Ecevit'i kaybettik.
Almanya solu için Willy Brandt, İsveç solu için Olof Palme neyse, 1980 öncesinde Türkiye'de sosyal demokratlar için de Bülent Ecevit oydu.
Merkez sağ ve muhafazakâr seçmen ağırlıklı geleneksel yüzde 65-35 dağılımını değiştirerek solun oylarını yüzde 44'lere dek çıkarmayı başarmıştı.
İsmet Berkan-Radikal:
“Tanıdığım Ecevit”
O gün ona çok saygı duydum, siyaset her şeyden önce kendine inançla yapılması gereken bir işti. Ecevit en azından kendisine inanıyordu ve yılmıyordu işte.
Ecevit'le hayatımda ilk tanışmam 1995 yılında oldu. Ankara'da DSP Genel Merkezi'ne gitmiştik gazeteci olarak, onunla mülakat yapmak üzere. Biz gittiğimizde genel merkezde kimse yoktu. Zor bela birini bulduk, bize odasını gösterdi Ecevit'in. Açtık kapıyı girdik, oturduk. Biraz sonra nefes nefese Ecevit geldi. Bize geç kaldığı için merdivenleri koşarak çıkmıştı, göğsü körük gibiydi.
Nezaket nedir, o zaman gördüm.
Yaşam tarzıyla, bilgisi ve görgüsüyle hayatımda gördüğüm en mütevazı ve evet en nazik insandı. Onu, hiç de nazik olmayan bir biçimde siyaseten çok eleştirdik, özellikle iktidarının son dönemindeki hastalığı sırasında.
Ecevit'i seversiniz veya sevmezsiniz. Başarılı bulursunuz veya bulmazsınız. Ama herhalde onu hayatı boyunca hep kendisi oldu diye eleştiremezsiniz.
Ölümü, Türkiye siyasi tarihinde bir dönemi kapattı.
Hıncal Uluç (Sabah):
“Keşke ben de övgülere katılabilseydim!..”
-Bülent Ecevit'in ardından hemen herkes konuştu.. Hayatında görmediği, duymadığı kadar bir alkış ve övgü yağmuru vardı dün, gazetelerde, televizyon ve radyolarda.. Kaçı samimiydi, kaçı "Böyle konuşmam lazım" diye o lafları ediyordu bilmem..
Onların arasına karışmak, arkasından övgü ve sevgi dolu satırlar yazmak isterdim. Yapamadım..
-Bülent Ecevit'i insan olarak pek sevemedim.
Onu tanımazken, uzağındayken, hele o devirde, gençlik heyheyleri içinde "Karaoğlan"ın hayranlarındandım ben de..
-Ecevit'i devlet adamı olarak ise hiç saymadım, sayamadım..
Hayatının en büyük zaferi diye anılır, Kıbrıs!.. Türkiye'nin çektiği bütün sıkıntılar da Kıbrıs'la başladı.. Hala da sürüyor..
-Doğru.. Müdahale şarttı.. Ama "Barış Harekâtı"nı hızla "Barış"a döndürmek de şarttı. Bunu yapacak tek adamdı Ecevit.. Anlaşma karşılıklı ödünlerle sağlanır. Bizim adımıza cesaretle ödün verecek tek kişi, zaferin sahibi Ecevit'ti.. Ama o Kıbrıs'ta barışı değil, harekâtı içerde oya dönüştürmeyi tercih etti. Hemen seçime gitmeye, tek başına iktidara gelmeye çalıştı, beceremedi. Solun çekilmesine, sağ iktidarların kurulmasına sebep oldu.
Ecevit, güçlü bir siyasal lider de olamadı hiç!..
-Ecevit, soldakilere hep sırtını döndü..
-Bugünkü AKP tek parti iktidarını kuran adam da Ecevit'tir..
-Bir lidere yakışmayacak kadar karısının etkisinde kalışı yanlışlarının en büyüğüydü.. "Rahşan Affı" lafının geçmediği gün var mı, iyi bakın.. Yığınla örnekten biri sadece..
-İnsan olarak pek sevemediğim Ecevit, başarılı bir devlet adamı, akıllı bir siyasi lider de değildi yani, bana sorarsanız..
Arkasından söyleyeceğim tek şey var..
Allah kusurlarını affetsin ve rahmetini esirgemesin!..
Ali Bayramoğlu- Yeni Şafak:
“Bir devin ölümü”
50 yıllık bir siyasi varoluş ve siyasi mücadelenin ardından dünyadan göçüp giden Ecevit'i tüm ülke gibi saygıyla anmak ve saygıyla uğurlamak gerek...
12 Eylül'e tek başına meydan okumuş, yazdığı muhalif yazılardan dolayı hapse mahkum olmuş, Baykal gibi hizipçi CHP'lilerle tekrar siyasete girmeyi sağlıklı görmemiş ve yalnız kalmış ve yalnız bırakılmış bir adamdı. Ama inancıyla, mücadele hırsıyla, aldığı risklerle adeta küllerinden doğmayı bilmiş, DSP'yi iktidara getirmeyi başarmıştı.
O siyasette lider gücünü bu ülkede pek az görüldüğü üzere, bir “meydan savaşı” kazanarak ispat etmiş, ikinci adam İnönü'yü siyasi arenada yenerek CHP'nin başına geçmiş bir siyasetçiydi.
Ecevit, Türk siyasi kültürünün en hassas eşiğini, aidiyet kadar, “hakkaniyet ve adalet arayışı”nı temsil eden, bu arayışın (yine fikir ve projenin önünde ve ötesinde) simgesel düzeyde belirleyiciğini kanıtlayan siyasi olmuştur...
Ama onun önemli bir farkının altını çizmek ve şunu kabul etmek gerekir:
Ecevit'in ölümüyle Türk siyasetinde faydacalık karşısında ilke fikri iyice yalnız kalacaktır...
Güle güle Karaoğlan...
Serdar Turgut (Akşam):
“Ecevit'e bakınca ekonomik kriz görüyorum.”
-Ben Ecevit'e bakınca ekonomik kriz görüyorum. Bir gecede işsiz kalan eğitimli, kültürlü meslek sahibi insanları hatırlıyorum. Uçup giden milyarlarca doları ve Türkiye'ye durup dururken kaybettirilen yılları...
-Bir edebiyatçı ve kültürlü bir insan olduğu halde yaşlanma süreciyle baş edemedi.
-Fiziksel sağlıksızlığını kamuoyunun gözleri önünde yaşamak zorunda kaldı ve fiziksel durumunu yansıtan büyük hatalar da yaptı.
- Eğer krizi tetikleyen olay gerçekten olduysa yani Cumhurbaşkanı Sezer, Anayasa'yı Ecevit'e doğru itelediyse bunu neden yapmak gereğini duydu acaba? Bu soru aydınlatılamadı daha, peki ama Hikmet Uluğbay neden intihar etmeye çalıştı. O neye daha fazla katlanamadı da hayatına son vermek istedi?..
-Evet; şimdi onun dürüstlüğü ve aklığı tartışılıyor her tarafta, bu da normal. Çünkü Türkiye'de ölen insanın arkasından iyi konuşmak gibi bir iki yüzlülük var. Yaşarken adama ağızlarına geleni söyleyenler şimdi arkasından iyi konuşuyor.
-Anlayacağınız Ecevit hem kendi vücudunun hem de yönetiminin kontrolünü kaybetmişti.
-Bütün bu olanlar belki Ecevit'e yakışmıyordu ama o da bırakmayı bilmeyen inatçılığıyla, boyatmayı hiç ihmal etmediği saçlarıyla yaşlılığı reddeden, kabul edemeyen üzücü tavrıyla hatırlanacak.
-Ayrıca Türkiye de 'Demokratik sol' kavramı da onun yüzünden deforme oldu. Şimdi bugünlerde sol biraz faşizan milliyetçi içerik kazanmaya başladıysa bunun en büyük sebebi Ecevit'tir.
Cengiz Çandar- Bugün:
“Benim Ecevit’im”
Bülent Ecevit, "cemaatçi Türk siyaset kültürü" içinden, her nasılsa üremiş olan bir "birey"di.
Benim açımdan en özgün, Türk siyaset adamları arasında en benzersiz, ilginç ve saygın yanı hep bu oldu. Bu "birey" kimliğinden türettiği siyasi duruşu, kendisine şimdilerde övgüler yağdıranlar nezdinde, bir zamanlar en büyük tepki çekmesine vesile oldu. 12 Eylül darbesinden sonra, CHP'yi tekrar ihya etmek yerine, kendi başına Demokratik Sol Parti'yi oluşturma işine koyulduğunda, ona takılan sıfat "bir bölen" idi.
Benim, "cemaatçilik" yerine "birey tavrı"na, "şövalyeliğe" özel sempatimden dolayı, Bülent Ecevit ile en yakın iki dönemimin biri de o dönemdi. O dönemde, Anadolu'nun çeşitli şehirlerine ve İstanbul'un o vakitlerde "varoş" diye henüz nitelenmeyen mütevazı köşelerine, en parasız pulsuz haliyle yaptığı seyahatları izledim.
Ecevit, benim artık epeyce uzun sayılabilecek yaşam serüvenimde gördüğüm en nazik, en terbiyeli siyaset adamıydı. Onunla aynı mecliste bulunmak, sunduğu akıl almaz terbiyelilik nedeniyle, bir süre sonra insana, adeta, kendisini
Ecevit, duygusuz biri miydi? Bu bir çok insanın kanaati olan sorunun cevabını, birbirimizden her bakımdan uzak olduğumuz, hatta kopmuş sayılacağımız, hatta hatta benim ona hasım düşüncelere sahip olduğum iddia edilebilecek yıllar sonra alacaktım. 28 Şubat sürecine doğru ilerlediğimiz günlerden birinde, bir canlı televizyon programı için Ankara'da stüdyoda birlikte olacaktık. Siyasi bakımdan çok ters konumlarda bulunduğumuz için, ortada kendiliğinden bir gergin ortam vardı. O nedenle bilinçli bir gecikmeyle, programın başlamasından beş dakika önce stüdyoya gittim. Makyaj odasında bir araya geldik. Bir-iki dakika sonra yanyana oturduğumuz koltuktan döndü, "Sizinle görüşmeyeli ne kadar uzun zaman oldu. Özlemişim. Niçin bize gelmiyorsunuz? Lütfen Ankara'ya geldiğinizde bize geliniz. Rahşan da sizi görmekten çok sevinecektir" deyiverdi. Hatırşinaslığı ve zerafetiyle yine ezmişti Ecevit. O an boğazıma bir şey tıkandı. Şimdi olduğu gibi. Galiba artık onu hep özleyeceğim. Hayatımız onsuz sanki biraz daha yoksullaştı...
Ahmet Kekeç (Star):
“Üç dönem ülkeye görüp göreceği en büyük yoklukları yaşattı.”
Üç dönem Başbakanlık yaptı. (Üç dönemde, beş kez.)
Üç dönem ülkeye görüp göreceği en büyük yoklukları yaşattı.
Siyaset etme biçimi de ilginçti: Durduk yerde ortaya bir şey atar; bir iddia sözgelimi, bir söylenti, bir ifşaat; ama ‘fikri takip’ fikrinden uzak olduğu, daha doğrusu saflıkla ürkeklik arası bir ‘halet’i yaşadığı için, iddiasının altında kalırdı.
Sonra döner, hiçbir şey olmamış gibi (gerçekte hiçbir şey olmamıştır), o iddia doğrultusunda siyaset üreten muhaliflerini refüze ederdi...
O ne işe yaradığı belirsiz ‘inançlara saygılı laiklik’ anlayışıyla Cumhuriyet tarihinin en büyük ‘linç kampanyası’na imza atmış olsa da, onu benzerlerinden ayıran farklı, ufak tefek hususiyetlere sahip bir siyasetçiydi.
Kötü yönetici/iyi niyetli aydın, dürüst politikacı/başarısız devlet adamı, hayalci kolejli/korkak savaşçı gibi.
Ve solcuydu...
Nasıl bir solculuk? ‘Kolhoz ve kooperatif ekonomisi’ni savunmaktan ibaret bir solculuk tabii...
Sonra da, ‘proletaryanın omuzlarında yükselmek’ten söz etmeye, kendi serüveniyle Şili’nin devrik Başbakanı Allende’nin serüveni arasında benzerlikler kurmaya başladı.
Kendi çapında bir sosyalist, namusu mücessem bir aydın, ölçüye gelmez bir devlet adamıydı...
Hakkını teslim edelim yine de:
Türkiye’de ‘projesi olan tek sosyal demokrat’tı. Bu yönüyle, bugüne kadar ağzından bir tek ‘kalkınma reçetesi’, bir tek proje duymadığımız Baykal’dan da, Karayalçın’dan da, Derviş’ten de ilerideydi.
Başbakanlığının son aylarında bu projesini hayata geçirdi; Karadeniz`in şirin bir ilçesinin şirin bir köyüne şirin mi şirin bir ‘Köy-Kent’ kondurdu.
Hepsi hepsi bu işte...
Umur Talu-Sabah:
“İyi bilirdik”
Ecevit öldüğünde; şöyle böyle son 60 yıla tanık olmuş kuşakların da önemli bir parçası kopar.
Ecevit öldüğünde; hısım, hasım, dost, düşman, partili, partisiz, oy vermiş, oy vermiş de pişman olmuş, eli hiç gitmemiş... her kimsek işte, hayatımızın, "siyaset" imizin, 83 yıllık Cumhuriyet tarihinin dörtte üçünün gövdelerinden biri kopar.
Tarihi, kitabı yazılmalı; kimine derin utanç, kimine ibret kalmalı.
İnsani ve siyasi ömrünün sonlarını, aşırı "istismar" altında tamamladı Bülent Bey.
Şimdi "18 Mayıs'ta Kocatepe Camisi'ndeki kostümlü cenaze provası" ndan bahsedenler, esas kostümlü provaları iktidarının son döneminde yaptırmıştı ona.
Zorla kefen biçerek!
Bir dönem sadakat, destek sunabildikleri ve karşılığında saygısını, sevgisini, korumasını gördükleri birini, ihtiras uğruna "iktidar kuklası" na çevirmekten hiç utanmadılar.
Yalakalıktan arkadan hançerlere, Brütüs'lere uzanan iğrenç bir siyaset, ekonomi, yalan ve talan ile medya tarihidir o.
Kısıtlı insani ve siyasi gücünü şişirip balon yapmaktan işi bitince çivilerle patlatmaya, buruşturup atmaya uzanan;
Şahsi menfaatçilikten uzaklıkla nam yapan birini, büyük akçalı menfaatlere alet ettikten sonra ölmeden tabuta koydukları bir dönemdir o.
Teklifsiz buyur edildikleri başbakanlık koridorlarını "Ecevit'i kullanma kılavuzu ve Ecevit'i istismar havuzu" na döndürenlerin kah timsahlaştığı, kah akrepleştiği dönem.
(Kader, birine idam kararıyla diğerinin ölümünü aynı güne koydu ya!) "Ecevit'in dostu Saddam'ı ipe götürecek" işgal için, ilmiklerin iç içe geçtiği düğüm düğüm, boğum boğum bir dönem.
Tabii ki şimdi onlar da üzgündür!
Bekir Coşkun (Hürriyet):
“Ecevit’in Kıbrıs Barış Harekátı dışında, toplumun yaşamında iz bırakmış, iyi-kötü bir ekonomik-sosyal-siyasal başarısı yok.”
Sağdan-soldan, ya da tümüyle farklı siyasi görüşlerden insanlar Ecevit’in ölümüne çok üzüldüler.
Niçin?..
Ecevit’in Kıbrıs Barış Harekátı dışında, toplumun yaşamında iz bırakmış, iyi-kötü bir ekonomik-sosyal-siyasal başarısı yok.
"Demokratik Sol" adına hiç de yakışmayacak bir karı-koca partisi, Fethullah Gülen tarikatıyla ilişkiler, en son binlerce insanın canına mal olan bu Rahşan affı...
Ertuğrul Özkök- Hürriyet:
“Beklenen ölüme niye alışamadık”
...Sonra yavaş yavaş anlamaya başladım.
Oran’daki o mütevazı ev yeniden gözümün önüne geldi.
Ecevitler’in VIP imtiyazlarının her türlüsünü reddedişlerini, halkın mütevazı yollarını ve kalabalıklarını tercih edişini hatırladım.
Ecevit’le giden işte buydu.
Önceden ilan edilmiş ölüme işte bu yüzden bir türlü alışamamıştık.
Çünkü Türkiye’nin sırtından yolsuzluk lekesini silmeye çalışan dürüst insanlardan biri daha eksiliyordu.
Son yıllarda, "Dürüstlük tek başına bir erdem midir" diyenlere rastlamıştım.
Duvardan çekilen bir tuğlanın bıraktığı boşluk, bu sorunun cevabını veriyor:
Evet erdemdir...
Ecevit hakkındaki yazılardan öne çıkanlar şöyle:
Derya Sazak-Milliyet:
“Ecevit çağı”
Bu düzen değişecek! Ne ezen, ne ezilen insanca, hakça bir düzen. Toprak işleyenin su kullananın.
Halklara özgürlük.
Bu sloganlar, Türkiye'de "ortanın solu" hareketinin, 1970'lerde dağa taşa "Umudumuz Ecevit" diye yazan kitlelerin CHP'yi iktidara taşıma mücadelesinin, milyonları etkileyen "Ecevit çağı"nın ütopyasıydı.
Bülent Ecevit'i kaybettik.
Almanya solu için Willy Brandt, İsveç solu için Olof Palme neyse, 1980 öncesinde Türkiye'de sosyal demokratlar için de Bülent Ecevit oydu.
Merkez sağ ve muhafazakâr seçmen ağırlıklı geleneksel yüzde 65-35 dağılımını değiştirerek solun oylarını yüzde 44'lere dek çıkarmayı başarmıştı.
İsmet Berkan-Radikal:
“Tanıdığım Ecevit”
O gün ona çok saygı duydum, siyaset her şeyden önce kendine inançla yapılması gereken bir işti. Ecevit en azından kendisine inanıyordu ve yılmıyordu işte.
Ecevit'le hayatımda ilk tanışmam 1995 yılında oldu. Ankara'da DSP Genel Merkezi'ne gitmiştik gazeteci olarak, onunla mülakat yapmak üzere. Biz gittiğimizde genel merkezde kimse yoktu. Zor bela birini bulduk, bize odasını gösterdi Ecevit'in. Açtık kapıyı girdik, oturduk. Biraz sonra nefes nefese Ecevit geldi. Bize geç kaldığı için merdivenleri koşarak çıkmıştı, göğsü körük gibiydi.
Nezaket nedir, o zaman gördüm.
Yaşam tarzıyla, bilgisi ve görgüsüyle hayatımda gördüğüm en mütevazı ve evet en nazik insandı. Onu, hiç de nazik olmayan bir biçimde siyaseten çok eleştirdik, özellikle iktidarının son dönemindeki hastalığı sırasında.
Ecevit'i seversiniz veya sevmezsiniz. Başarılı bulursunuz veya bulmazsınız. Ama herhalde onu hayatı boyunca hep kendisi oldu diye eleştiremezsiniz.
Ölümü, Türkiye siyasi tarihinde bir dönemi kapattı.
Hıncal Uluç (Sabah):
“Keşke ben de övgülere katılabilseydim!..”
-Bülent Ecevit'in ardından hemen herkes konuştu.. Hayatında görmediği, duymadığı kadar bir alkış ve övgü yağmuru vardı dün, gazetelerde, televizyon ve radyolarda.. Kaçı samimiydi, kaçı "Böyle konuşmam lazım" diye o lafları ediyordu bilmem..
Onların arasına karışmak, arkasından övgü ve sevgi dolu satırlar yazmak isterdim. Yapamadım..
-Bülent Ecevit'i insan olarak pek sevemedim.
Onu tanımazken, uzağındayken, hele o devirde, gençlik heyheyleri içinde "Karaoğlan"ın hayranlarındandım ben de..
-Ecevit'i devlet adamı olarak ise hiç saymadım, sayamadım..
Hayatının en büyük zaferi diye anılır, Kıbrıs!.. Türkiye'nin çektiği bütün sıkıntılar da Kıbrıs'la başladı.. Hala da sürüyor..
-Doğru.. Müdahale şarttı.. Ama "Barış Harekâtı"nı hızla "Barış"a döndürmek de şarttı. Bunu yapacak tek adamdı Ecevit.. Anlaşma karşılıklı ödünlerle sağlanır. Bizim adımıza cesaretle ödün verecek tek kişi, zaferin sahibi Ecevit'ti.. Ama o Kıbrıs'ta barışı değil, harekâtı içerde oya dönüştürmeyi tercih etti. Hemen seçime gitmeye, tek başına iktidara gelmeye çalıştı, beceremedi. Solun çekilmesine, sağ iktidarların kurulmasına sebep oldu.
Ecevit, güçlü bir siyasal lider de olamadı hiç!..
-Ecevit, soldakilere hep sırtını döndü..
-Bugünkü AKP tek parti iktidarını kuran adam da Ecevit'tir..
-Bir lidere yakışmayacak kadar karısının etkisinde kalışı yanlışlarının en büyüğüydü.. "Rahşan Affı" lafının geçmediği gün var mı, iyi bakın.. Yığınla örnekten biri sadece..
-İnsan olarak pek sevemediğim Ecevit, başarılı bir devlet adamı, akıllı bir siyasi lider de değildi yani, bana sorarsanız..
Arkasından söyleyeceğim tek şey var..
Allah kusurlarını affetsin ve rahmetini esirgemesin!..
Ali Bayramoğlu- Yeni Şafak:
“Bir devin ölümü”
50 yıllık bir siyasi varoluş ve siyasi mücadelenin ardından dünyadan göçüp giden Ecevit'i tüm ülke gibi saygıyla anmak ve saygıyla uğurlamak gerek...
12 Eylül'e tek başına meydan okumuş, yazdığı muhalif yazılardan dolayı hapse mahkum olmuş, Baykal gibi hizipçi CHP'lilerle tekrar siyasete girmeyi sağlıklı görmemiş ve yalnız kalmış ve yalnız bırakılmış bir adamdı. Ama inancıyla, mücadele hırsıyla, aldığı risklerle adeta küllerinden doğmayı bilmiş, DSP'yi iktidara getirmeyi başarmıştı.
O siyasette lider gücünü bu ülkede pek az görüldüğü üzere, bir “meydan savaşı” kazanarak ispat etmiş, ikinci adam İnönü'yü siyasi arenada yenerek CHP'nin başına geçmiş bir siyasetçiydi.
Ecevit, Türk siyasi kültürünün en hassas eşiğini, aidiyet kadar, “hakkaniyet ve adalet arayışı”nı temsil eden, bu arayışın (yine fikir ve projenin önünde ve ötesinde) simgesel düzeyde belirleyiciğini kanıtlayan siyasi olmuştur...
Ama onun önemli bir farkının altını çizmek ve şunu kabul etmek gerekir:
Ecevit'in ölümüyle Türk siyasetinde faydacalık karşısında ilke fikri iyice yalnız kalacaktır...
Güle güle Karaoğlan...
Serdar Turgut (Akşam):
“Ecevit'e bakınca ekonomik kriz görüyorum.”
-Ben Ecevit'e bakınca ekonomik kriz görüyorum. Bir gecede işsiz kalan eğitimli, kültürlü meslek sahibi insanları hatırlıyorum. Uçup giden milyarlarca doları ve Türkiye'ye durup dururken kaybettirilen yılları...
-Bir edebiyatçı ve kültürlü bir insan olduğu halde yaşlanma süreciyle baş edemedi.
-Fiziksel sağlıksızlığını kamuoyunun gözleri önünde yaşamak zorunda kaldı ve fiziksel durumunu yansıtan büyük hatalar da yaptı.
- Eğer krizi tetikleyen olay gerçekten olduysa yani Cumhurbaşkanı Sezer, Anayasa'yı Ecevit'e doğru itelediyse bunu neden yapmak gereğini duydu acaba? Bu soru aydınlatılamadı daha, peki ama Hikmet Uluğbay neden intihar etmeye çalıştı. O neye daha fazla katlanamadı da hayatına son vermek istedi?..
-Evet; şimdi onun dürüstlüğü ve aklığı tartışılıyor her tarafta, bu da normal. Çünkü Türkiye'de ölen insanın arkasından iyi konuşmak gibi bir iki yüzlülük var. Yaşarken adama ağızlarına geleni söyleyenler şimdi arkasından iyi konuşuyor.
-Anlayacağınız Ecevit hem kendi vücudunun hem de yönetiminin kontrolünü kaybetmişti.
-Bütün bu olanlar belki Ecevit'e yakışmıyordu ama o da bırakmayı bilmeyen inatçılığıyla, boyatmayı hiç ihmal etmediği saçlarıyla yaşlılığı reddeden, kabul edemeyen üzücü tavrıyla hatırlanacak.
-Ayrıca Türkiye de 'Demokratik sol' kavramı da onun yüzünden deforme oldu. Şimdi bugünlerde sol biraz faşizan milliyetçi içerik kazanmaya başladıysa bunun en büyük sebebi Ecevit'tir.
Cengiz Çandar- Bugün:
“Benim Ecevit’im”
Bülent Ecevit, "cemaatçi Türk siyaset kültürü" içinden, her nasılsa üremiş olan bir "birey"di.
Benim açımdan en özgün, Türk siyaset adamları arasında en benzersiz, ilginç ve saygın yanı hep bu oldu. Bu "birey" kimliğinden türettiği siyasi duruşu, kendisine şimdilerde övgüler yağdıranlar nezdinde, bir zamanlar en büyük tepki çekmesine vesile oldu. 12 Eylül darbesinden sonra, CHP'yi tekrar ihya etmek yerine, kendi başına Demokratik Sol Parti'yi oluşturma işine koyulduğunda, ona takılan sıfat "bir bölen" idi.
Benim, "cemaatçilik" yerine "birey tavrı"na, "şövalyeliğe" özel sempatimden dolayı, Bülent Ecevit ile en yakın iki dönemimin biri de o dönemdi. O dönemde, Anadolu'nun çeşitli şehirlerine ve İstanbul'un o vakitlerde "varoş" diye henüz nitelenmeyen mütevazı köşelerine, en parasız pulsuz haliyle yaptığı seyahatları izledim.
Ecevit, benim artık epeyce uzun sayılabilecek yaşam serüvenimde gördüğüm en nazik, en terbiyeli siyaset adamıydı. Onunla aynı mecliste bulunmak, sunduğu akıl almaz terbiyelilik nedeniyle, bir süre sonra insana, adeta, kendisini
Ecevit, duygusuz biri miydi? Bu bir çok insanın kanaati olan sorunun cevabını, birbirimizden her bakımdan uzak olduğumuz, hatta kopmuş sayılacağımız, hatta hatta benim ona hasım düşüncelere sahip olduğum iddia edilebilecek yıllar sonra alacaktım. 28 Şubat sürecine doğru ilerlediğimiz günlerden birinde, bir canlı televizyon programı için Ankara'da stüdyoda birlikte olacaktık. Siyasi bakımdan çok ters konumlarda bulunduğumuz için, ortada kendiliğinden bir gergin ortam vardı. O nedenle bilinçli bir gecikmeyle, programın başlamasından beş dakika önce stüdyoya gittim. Makyaj odasında bir araya geldik. Bir-iki dakika sonra yanyana oturduğumuz koltuktan döndü, "Sizinle görüşmeyeli ne kadar uzun zaman oldu. Özlemişim. Niçin bize gelmiyorsunuz? Lütfen Ankara'ya geldiğinizde bize geliniz. Rahşan da sizi görmekten çok sevinecektir" deyiverdi. Hatırşinaslığı ve zerafetiyle yine ezmişti Ecevit. O an boğazıma bir şey tıkandı. Şimdi olduğu gibi. Galiba artık onu hep özleyeceğim. Hayatımız onsuz sanki biraz daha yoksullaştı...
Ahmet Kekeç (Star):
“Üç dönem ülkeye görüp göreceği en büyük yoklukları yaşattı.”
Üç dönem Başbakanlık yaptı. (Üç dönemde, beş kez.)
Üç dönem ülkeye görüp göreceği en büyük yoklukları yaşattı.
Siyaset etme biçimi de ilginçti: Durduk yerde ortaya bir şey atar; bir iddia sözgelimi, bir söylenti, bir ifşaat; ama ‘fikri takip’ fikrinden uzak olduğu, daha doğrusu saflıkla ürkeklik arası bir ‘halet’i yaşadığı için, iddiasının altında kalırdı.
Sonra döner, hiçbir şey olmamış gibi (gerçekte hiçbir şey olmamıştır), o iddia doğrultusunda siyaset üreten muhaliflerini refüze ederdi...
O ne işe yaradığı belirsiz ‘inançlara saygılı laiklik’ anlayışıyla Cumhuriyet tarihinin en büyük ‘linç kampanyası’na imza atmış olsa da, onu benzerlerinden ayıran farklı, ufak tefek hususiyetlere sahip bir siyasetçiydi.
Kötü yönetici/iyi niyetli aydın, dürüst politikacı/başarısız devlet adamı, hayalci kolejli/korkak savaşçı gibi.
Ve solcuydu...
Nasıl bir solculuk? ‘Kolhoz ve kooperatif ekonomisi’ni savunmaktan ibaret bir solculuk tabii...
Sonra da, ‘proletaryanın omuzlarında yükselmek’ten söz etmeye, kendi serüveniyle Şili’nin devrik Başbakanı Allende’nin serüveni arasında benzerlikler kurmaya başladı.
Kendi çapında bir sosyalist, namusu mücessem bir aydın, ölçüye gelmez bir devlet adamıydı...
Hakkını teslim edelim yine de:
Türkiye’de ‘projesi olan tek sosyal demokrat’tı. Bu yönüyle, bugüne kadar ağzından bir tek ‘kalkınma reçetesi’, bir tek proje duymadığımız Baykal’dan da, Karayalçın’dan da, Derviş’ten de ilerideydi.
Başbakanlığının son aylarında bu projesini hayata geçirdi; Karadeniz`in şirin bir ilçesinin şirin bir köyüne şirin mi şirin bir ‘Köy-Kent’ kondurdu.
Hepsi hepsi bu işte...
Umur Talu-Sabah:
“İyi bilirdik”
Ecevit öldüğünde; şöyle böyle son 60 yıla tanık olmuş kuşakların da önemli bir parçası kopar.
Ecevit öldüğünde; hısım, hasım, dost, düşman, partili, partisiz, oy vermiş, oy vermiş de pişman olmuş, eli hiç gitmemiş... her kimsek işte, hayatımızın, "siyaset" imizin, 83 yıllık Cumhuriyet tarihinin dörtte üçünün gövdelerinden biri kopar.
Tarihi, kitabı yazılmalı; kimine derin utanç, kimine ibret kalmalı.
İnsani ve siyasi ömrünün sonlarını, aşırı "istismar" altında tamamladı Bülent Bey.
Şimdi "18 Mayıs'ta Kocatepe Camisi'ndeki kostümlü cenaze provası" ndan bahsedenler, esas kostümlü provaları iktidarının son döneminde yaptırmıştı ona.
Zorla kefen biçerek!
Bir dönem sadakat, destek sunabildikleri ve karşılığında saygısını, sevgisini, korumasını gördükleri birini, ihtiras uğruna "iktidar kuklası" na çevirmekten hiç utanmadılar.
Yalakalıktan arkadan hançerlere, Brütüs'lere uzanan iğrenç bir siyaset, ekonomi, yalan ve talan ile medya tarihidir o.
Kısıtlı insani ve siyasi gücünü şişirip balon yapmaktan işi bitince çivilerle patlatmaya, buruşturup atmaya uzanan;
Şahsi menfaatçilikten uzaklıkla nam yapan birini, büyük akçalı menfaatlere alet ettikten sonra ölmeden tabuta koydukları bir dönemdir o.
Teklifsiz buyur edildikleri başbakanlık koridorlarını "Ecevit'i kullanma kılavuzu ve Ecevit'i istismar havuzu" na döndürenlerin kah timsahlaştığı, kah akrepleştiği dönem.
(Kader, birine idam kararıyla diğerinin ölümünü aynı güne koydu ya!) "Ecevit'in dostu Saddam'ı ipe götürecek" işgal için, ilmiklerin iç içe geçtiği düğüm düğüm, boğum boğum bir dönem.
Tabii ki şimdi onlar da üzgündür!
Bekir Coşkun (Hürriyet):
“Ecevit’in Kıbrıs Barış Harekátı dışında, toplumun yaşamında iz bırakmış, iyi-kötü bir ekonomik-sosyal-siyasal başarısı yok.”
Sağdan-soldan, ya da tümüyle farklı siyasi görüşlerden insanlar Ecevit’in ölümüne çok üzüldüler.
Niçin?..
Ecevit’in Kıbrıs Barış Harekátı dışında, toplumun yaşamında iz bırakmış, iyi-kötü bir ekonomik-sosyal-siyasal başarısı yok.
"Demokratik Sol" adına hiç de yakışmayacak bir karı-koca partisi, Fethullah Gülen tarikatıyla ilişkiler, en son binlerce insanın canına mal olan bu Rahşan affı...
Ertuğrul Özkök- Hürriyet:
“Beklenen ölüme niye alışamadık”
...Sonra yavaş yavaş anlamaya başladım.
Oran’daki o mütevazı ev yeniden gözümün önüne geldi.
Ecevitler’in VIP imtiyazlarının her türlüsünü reddedişlerini, halkın mütevazı yollarını ve kalabalıklarını tercih edişini hatırladım.
Ecevit’le giden işte buydu.
Önceden ilan edilmiş ölüme işte bu yüzden bir türlü alışamamıştık.
Çünkü Türkiye’nin sırtından yolsuzluk lekesini silmeye çalışan dürüst insanlardan biri daha eksiliyordu.
Son yıllarda, "Dürüstlük tek başına bir erdem midir" diyenlere rastlamıştım.
Duvardan çekilen bir tuğlanın bıraktığı boşluk, bu sorunun cevabını veriyor:
Evet erdemdir...
- Pavel Durov 15 Kasım
- Aleksandr Lukaşenko 14 Kasım
- Cihat Aral 11 Kasım
- Şimal 10 Kasım
- Edi Rama 09 Kasım
- Ayşe Egesoy 08 Kasım
- Victor Osimhen 07 Kasım
- Emre Kocadağ 223
- Ali Rıza Bozkurt 157
- Çağrı Doğanay 156
- Kaya Çilingiroğlu 137
- Gülben Ergen 104
- Recep Tayyip Erdoğan 89
- Barış Baran 79
- Türkan Şoray 67
- Feridun Kunak 64
- Meltem Cumbul 64
- Tansu Polatkan 61
- Tijen Par 60
- Demet Akalın 56
- Nevzat Demir 55
- Murat Göğebakan 54
- Ali Rıza Bozkurt 157
- Emre Kocadağ 223
- Tuğba Ekinci 52
- Feridun Kunak 64
- Tansu Polatkan 61
- Petek Dinçöz 51
- Kaya Çilingiroğlu 137
- Çağrı Doğanay 156
- Gülben Ergen 104
- Türkan Şoray 67