FB TW PIN NWS

Manisa

Manisa

Manisa, Türkiye'nin bir ili ve en kalabalık on dördüncü şehri. 2016 yılı TÜİK verilerine göre 1.396.945 kişi Manisa'da yaşamaktadır.

Anadolu Yarımadası'nın batısında, Ege Bölgesi'nin ortasında yer alır. Doğudan Uşak ve Kütahya, Güneyden Aydın ve Denizli, Kuzeyden Balıkesir ve Batıdan İzmir ile komşudur. Gediz Nehrinin büyük bir bölümü il sınırları içerisinden geçmektedir.

17 ilçesi bulunur.
Ahmetli.
Akhisar.
Alaşehir.
Demirci.
Gölmarmara.
Gördes.
Kırkağaç
Köprübaşı
Kula
Salihli
Sarıgöl
Saruhanlı
Selendi
Soma
Şehzadeler
Turgutlu
Yunusemre

Türk Hakimiyeti Öncesi Manisa

Eski çağlarda, Batı Anadolu’nun Lydia/Lidya adı verilen kesiminde bulunan Manisa’nın ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu kesin olarak bilinmiyor. Ancak MÖ. 2000'e kadar çıkan bir geçmişi bulunduğu ileri sürülen şehrin ilk yerleşiminin bugünkü yerinden 7 km doğuda bulunan Yarıkkaya mevkiinde olduğu ve Tantalis adını taşıdığı, MÖ XII. yüzyılın başlarında meydana gelen büyük göç hareketleri sırasında şehrin tahrip edilerek ortadan kaldırıldığı, sonra aynı yerde Sipylos adıyla yeni bir şehrin ortaya çıktığı düşünülmektedir.

Antik kaynaklar şehrin kurucuları olarak, bugünkü Yunanistan’ın Teselya bölgesindeki Pelion dağı civarında yaşayan Magnetleri işaret etmektedir. Magnetler, Batı Anadoluya göç ettiklerinde önce Menderes nehri kıyısındaki Magnesia’yı, daha kuzeye giden bir koluda Sipylos dağı eteğindeki Magnesia’yı kurmuşlardır. Sonra kurulan şehri Menderes Magnesia’sından ayırt etmek için “Magnesia ad Sipylum” adını kullanmışlardır. Magnesia, Türk hâkimiyeti sırasında zamanla Mağnisiye, Mağnisa, Manisa şekline dönüşmüştür. Kelime “Büyük şehir” anlamına gelmektedir.

Manisa dağı eteğinden Gediz ovasına bakan şehir sırasıyla Hititler, Frigler, Yunanlılar, Lidyalılar, İranlılar, Romalılar, Bizanslılar, Saruhanoğulları ve Osmanlıların hâkimiyetinde kalmıştır.

Türk Hakimiyetinde Manisa

Malazgirt Meydan Muharebesinden önce birçok Türk beyinin maiyetindeki hareketli güçlerle Batı Anadolunun içlerine kadar akınlar yaptıkları, Malazgirt zaferinden sonra ise, Selçuklu otoritesi altında Anadolunun en ücra köşelerine kadar yayılıp şehir ve kasabaları ele geçirdikleri tarihçilerin genel kabulüdür. 1300 senelerine doğru, Batı Anadolu’da Bizans hâkimiyetinde olup müstahkem kale ve surlara sahip bulunan ve sırf bu sebeple Türkmen hücumlarına karşı koyabilen birkaç şehir kalmıştı ki, Manisa’da bunlardan biriydi.

Türk hücumları karşısında çaresiz kalan Bizansın Katalanlardan yardım istediği, 6500 kişilik paralı bir kuvvetin Batı Anadolu’ya sevk edildiği, Katalan güçlerinin Bizans’ın umduğu başarıyı elde edemediği, şehrin muhafazası hususunda kale kumandanı ile Katalan kumandanının ihtilafa düştüğü, Katalanların kaleyi kuşattıkları, daha sonra anlaşarak kuşatmayı kaldırdıkları, Katalanların çekilmesinin ardından şehrin 1313 yılında Saruhan Bey tarafından fethedildiği bilinmektedir.

Harzemşahlara mensup bir emirin torunu olması kuvvetle muhtemel olan Saruhan Bey, Manisa’yı başkent yapmış, topraklarını genişletmiş, donanma kurarak Yunanistan sahilleri ve Trakya kesimine seferler yapmış, çevresindeki beylik ve devletlerle ittifaklar kurmuş, donanma sayesinde elde ettiği ganimetlerle ekonomik durumu düzeltip cami, medrese, zaviye, tekke ve kütüphaneler yaptırarak Manisa’nın bir Türk İslam şehri kimliği kazanmasını sağlamıştır.

Saruhan beyin bu başarısında Oğuz boylarından teşkil ettiği kuvvetlerin önemli rolü olmuştur. Bugün Manisa ili dahilinde bulunan Avşar, Karkın, Salur; Kılcanlar, Bayat, Çiğiller, Kınık, Alayuntlu, Çepni, Çavdır, Halkavlu gibi Oğuz boylarının adlarını taşıyan yerleşim birimleri en azından onbir Oğuz türklerinin Manisa yöresindeki varlığının işareti olarak kabul edilmelidir.

Saruhan Beyin 1346 yılında vefatı üzerine Beyliğin başına sırasıyla Fahreddin İlyas Bey, Muzaffereddin İshak Bey ve Orhan Bey geçmiştir. Orhan Beyin beyliği döneminde, Orhan Beyin kardeşi Hızırşah iktidar mücadelesine girişmiş ve iktidar Hızırşah’a geçmiştir.

Yıldırım Bayezid’ın Anadolu birliğini sağlamak amacıyla 1390 yılında giriştiği Batı Anadolu harekatı esnasında Saruhanoğlu Beyliğinin başında bulunan Hızırşah, Yıldırım’ı karşılayarak barış yoluyla Manisa’yı Osmanlılara teslim etmiş; şehre hâkim olan Yıldırım Bayezid ise şehrin doğu kesimlerinin yönetimini Hızırşah’a bırakıp, Manisa’yı da Karesi ile birleştirerek oğlu Ertuğrul’un idaresine vermiştir.

Timur'un Anadolu'ya girip Yıldırım Bayezid’i Ankara Savaşında mağlup etmesi üzerine, daha önce Timur'a sığınan Hızırşah'ın kardeşi Orhan Bey, Manisa'ya gelip bağımsızlık simgesi olarak 1403 yılında adına para bastırmıştır. Ancak Timur güçlerinin ayrılması üzerine tekrar Hızırsah'ın yönetimi ele geçirdiği, Osmanlı devletinin ikinci kurucusu olarak kabul edilen Çelebi Mehmet'in (I. Mehmet) Anadolu birliğini sağlamak gayesiyle 1405-1406 yıllarında giriştiği Batı harekatı sırasında Beyliğinin başında bulunduğu ve Çelebi Mehmet'in Manisa’yı alması üzerine idam edildiği bilinmektedir. Buna göre Manisa 1405'den 1919 yılındaki Yunan işgaline kadar 514 yıl Osmanlı yönetiminde kalmıştır.

Osmanlı Asırlarında Manisa'nın Siyasi Durumu

Osmanlı Devleti, mülki ve askeri bakımdan Anadolu ve Rumeli Beylerbeyliği olmak üzere ikiye ayrılmış, liva ve sancaklarda Beylerbeyine bağlanmıştı. II. Mehmet (Fatih Sultan Mehmed) dönemine kadar Anadolu Beylerbeyliği’nin merkezi Ankara idi. II. Mehmet (Fatih Sultan Mehmed) bu merkezi Kütahya'ya nakletti. Anadolu Beylerbeyliğine bağlı sancaklar Aydın, Saruhan, Menteşe, Bursa, Kastamonu, Muğla, Bolu, Ankara, Çankırı, Afyon, Antalya, Isparta, Sultanönü ve Balıkesir idi.

Manisa 1410'da Çelebi Mehmet (I. Mehmet) tarafından sancak yapıldı. Belen, Emlak, Palamut, Yengi, Yund dağı bu sancağa bağlandı. Bu teşkilat 1811 yılına kadar devam etti. 1811'de Manisa Aydın'a bağlandı. 1845'de vilayet haline dönüştürüldü. 1847'de tekrar Aydın’a bağlandı.

Şehrin 1410-1595 yılları arasında şehzade sancağı olma imtiyazı, padişahlığa aday şehzadelerin görevlendirildiği ikinci bir başkent olması, bereketli topraklara sahip olusu, ticaret merkezlerine yakınlığı gibi stratejik nedenler Manisa’yı hep ön plana çıkarmıştır.

Bu topraklarda gözü olanlar zaman zaman bölgede isyanlar çıkarmışlardır. Çelebi Mehmet (I. Mehmet) döneminde, Şeyh Bedrettin'in müritlerinden Borklüce Mustafa ve Yahudi dönmesi Torlak Kemal'in çıkardığı isyan ile II. Murat döneminde 1424'de çıkan isyanı bunlar arasında sayabiliriz.

Zaman zaman şehzadelerden tahta geçenler ile kardeşleri arasında sorunlar çıkmış, bunlardan birinde Yavuz Sultan Selim 10000 kişilik bir kuvvetle kardeşi Şehzade Korkut'un bulunduğu Manisa’yı kuşatmış, Korkut önce kurtulmuş daha sonra yakalanıp 1513'de boğularak öldürülmüştür. Yavuz Sultan Selim bunun üzerine oğlu Şehzade Süleyman’ı (Kanuni Sultan Süleyman) Manisa'ya tayin etti. Sancakta asayiş sorunu vardı ve bu sorunun İstanbul'a bildirilmesi üzerine, padişah Şehzade Süleyman'a neler yapması gerektiğini belirten bir siyaset-name göndermiş, bu metindeki emirlerin halka duyurulmasını da istemiştir.

17.yüzyıl sonları ile 18. yüzyıl Osmanlı için şüphe ve zihni çözülmenin başladığı dönemdir; heyecan azalmakta, toplumun gerilimi düşmektedir. Osmanlı iş yapabilme, hayat ve üslup kurma gücünü yitirmektedir. Kültürel soğuma ilerledikçe, sosyal hayatın her kesiminde ve insan davranışlarının her türünde çözülme belirginleşir, davranış sapmaları artar, çözülemeyen sosyal sorunların birikimi sıkıntıları yoğunlaştırır. Moral gücündeki düşüş iç açıcı olmayıp, ordu niteliklerini kaybetmekte, eğitimsiz, düzensiz bir kalabalık haline dönüşmektedir. Bunun sonucu; devlet, gittikçe otoritesini kaybediyor, isyanlar ile ülke kavruluyor, askerler mağlup oluyordu. Bu gerileme devletin her tarafında olduğu gibi Manisa'da da hissediliyordu. Büyüklük devrinin güzelleştirilen şehirleri ya derebeyleri ya da eşkıyalar tarafından soyulmaya, ezilmeye başlıyordu.

Daha sonraki yüzyıllarda toprak kayıplarının artması, Balkanlardaki isyanlar, ekonomik sorunlar tüm yurdu olumsuz etkilemiş, Manisa'da bundan payına düşeni almıştır. Nihayet 30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Antlaşmasını ihlal edip 6 Mayıs 1919'daki Paris Barış Konferansından aldıkları izinle 26 Mayıs 1919'da Manisa Yunan birlikleri tarafından işgal edilmiştir.

1410-1595 yılları arasında ikbal devri yaşayan Manisa 1595 sonrası çeşitli sıkıntılarla karşı karşıya kalmış ve 26 Mayıs 1919'da da Manisa için Osmanlı asırları artık sona ermiştir.

Osmanlı Asırlarında Manisa Ekonomisi

Osmanlı ekonomisinin temelini tarım oluşturuyor, halkın büyük bir kısmı da bu alanda çalışıyordu. Bu gün olduğu gibi Osmanlılar zamanında da Manisa tarım için elverişli toprak ve iklim şartlarına sahipti. Tımar, has ve vakıf topraklan ile özel araziler işlenir, buralarda buğday, börülce, mercimek, nohut, arpa, mısır, burçak, çavdar, kuru soğan, yulaf, susam, pamuk, pirinç, üzüm ve çeşitli meyveler yetiştirilirdi.

Manisa ovasında M.Ö. 2000 yılından beri bağcılık yapıldığı bilinmektedir. 16. ve 17. yüzyıl, kumaş dokumacılığı dericilik ve tarım ürünleri ticaretinin en yoğun yapıldığı yüzyıllardır. Pamuk, ev tezgâhlarında iplik haline getirilip, boyahanelerde boyanarak dokuma tezgâhlarında dokunurdu. 17. yüzyılda Manisa'da 22 tane boyahane vardı.

Manisa'da tersane adına yelken bezi dokutturulmuştur

Pamuklu dokumalar özelliklerine göre değişik adlar almış olup her birinin kullanım yeri farklıydı. Bogasi denilen kumaştan kaftan, şalvar, zıbın, iç çamaşırı ve entari yapıldığı gibi astar olarak da kullanılıyordu. İstanbul, Manisa, Denizli, Diyarbakır, Tokat, Kastamonu ve Musul belli başlı bogasi dokuma merkezleriydi.

Değişik renkteki ipliklerle boyuna çizgili olarak dokunan, daha çok kadın kaftanı ve zıbın yapımında kullanılan kumaşa alaca denir. Alacaların en meşhurları: Manisa, Beyşehir, Tire ve Mısır alacaları idi.

1878 tarihli Aydın Vilayet Salnamesine göre Manisa'da, Manisa alacası dokuyan 500 tezgâh mevcuttu ve üretilen kumasın elli bin topu Manisa dışına ihraç edilmekteydi.

Dokunan kumaşlar Bezzazhanede kalite kontrolü yapılarak mühürlenir ve satışı öyle yapılırdı. Hileli kumaş dokuyanların kumaşları ayrılır ve onlara yolsuz adı verilerek ticaretten men edilirdi.

Manisa'da önemli bir işletmecilik alanı da dericilikti. Deri; ayakkabı, at koşum takımı, kırba, matara gibi çeşitli eşyaların yapımında kullanılması bakımından hem halkın hem de ordunun ihtiyaç duyduğu bir madde idi. Deriler tabakhanelerde işlenir ve deri işleyen esnafa da debbağ denirdi. Manisa'da kösele, beyaz meşin, sahtiyan ve sarı meşin üretilirdi ki Manisa sahtiyanı, İstanbul’un ki ile aynı kalitede idi.

Manisa'da işlenen deriler tüccarlar tarafından İstanbul’a sevk edilir, yünleri ise kızılhane denen yerlerde işlenerek heybe, torba, çul, çuval ve keçe yapımında kullanılırdı. 1843 yılında Hereke'de kurulan dokuma fabrikasına 1891 yılında Manisa ve Sivas'tan ustalar getirtilip halı kısmı açılması, Manisa'da halıcılığın da geliştiğini göstermektedir.

Manisa'da ticaret, Manisa çarşısında yapılmaktaydı. Çarsı bu günkü Hatuniye Camii, Çeşnigir camii, Alaca hamam, Kurşunlu han ve Yeni han sınırları içinde kalan bölgedir. Saraçlar, dericiler, mutaflar, abacılar, yemişçiler, pamukçular, kürkçüler, takkeciler bu çarşıda bulunuyorlardı. 1575 yılında 235’ i vakıflara ait olmak üzere 500'ün üzerinde dükkân vardı.

Pazara gelen her mal, satış öncesi kontrol edilerek, fiyatı belirlenip vergisi peşin alındıktan sonra satışa çıkardı. Bozuk ve çürük malın satışına izin verilmezdi. Öğleye kadar halk ve yerli tüccar alışveriş eder, öğleden sonra yabancı tüccarlar kalan malı alabilirlerdi.

16. yüzyılın ikinci yarısında Sinirli tımarında 16 dönüm tarlanın 880 akçaya, Yavuzca tımarında 5 dönüm bağın 1350 akçaya, iki han ile birlikte bir hamamın 9000 akçaya, bir değirmenin 7800 akçaya, altın işlemeli zenne kaftanının 700 akçaya, bir adet bileziğin 68 akçaya, bir atın 250-300 akçaya, bir ineğin 150-200 akçaya, bir tavuğun iki akçaya satıldığı anlaşılmaktadır.

1575 yılında hububat ve bakliyattan 21.121.980 kg, pamuktan 296.588 kg, susam üretiminden 94.125 kg, pirinç üretiminden 51.557 akçe, palamut, keten, dut yaprağı, boya bitkilerinden 5484 akçe, değirmen işletmelerinden 10.124 akçe, bağlardan 22759 akçe, bostanlardan 7059 akçe, incir ve nar üretiminden 425 akçe, armut üretiminden 1014 akçe, iğde üretiminden 35 akçe, zeytin üretiminden 38 akçe, badem üretiminden 320 akçe, kestane üretiminden 2542 akçe, zerdaliden 10980 akçe, incirden 28800 akçe vergi toplanmıştır.

Manisa'da hayvancılık da hayli gelişmiş bir ekonomik faaliyet alanı idi. Balıkesir, Manisa, Aydın, Bursa yaylaları dolayısıyla binlerce sürünün beslendiği koyunculuk alanlarıydı.

1575'de alınan vergilerden köylerde 17590 adet koyun beslendiği, taşıma aracı olarak kullanılan atların özellikle Yund dağı ve Turgutlu'da yetiştirildiği, arıcılığın da yaygın bir uğraş alanı olduğu 1575'de 1148 adet kovan bulunduğu, Manisa ile ilgili belgelerden anlaşılmaktadır.

16. yüzyılın sonlarından itibaren yabancı gümüş paralarının piyasayı sarması enflasyona yol açmış, memur ve asker maaşları sabit kalırken fiyatlar yükselmiş buda sosyal huzursuzluğa neden olmuştur. Hazine açığı büyüyünce, vergiler hem çeşitlenmiş hem de artmış, buna bağlı olarak taşradaki idarecilerin de halk üzerindeki baskıları yoğunlaşmıştır.

Manisa'nın gerilemesinde Rum ve Ermeniler de etkili olmuştur. Türkler dükkânlarını kapatıp savaşa koştukça onların bıraktığı boşluğu Rum ve Ermeniler doldurmuş, 19. yüzyıldan itibaren Manisa çarşı ve pazarlarını Rum ve Ermeni tüccarları kontrol etmeye başlamıştır. Burada kazandıkları paraları da dışarı taşımışlardır.

19. yüzyılda gelişen ve yabancı ülkelerde piyasa arayan sanayi ve ticaretin İzmir’i merkez seçmesi, Manisa’yı İzmir'e bağlayan demiryolu, Manisa’nın ekonomik yönden eski hareket ve önemini kaybetmesine neden olmuştur.

Osmanlı Asırlarında Manisa'da Kültür, Eğitim ve Sanat

Manisa’nın şehzade sancağı oluşu, şehzadeyle birlikte hocası, lala, defterdar, nişancı, reisül küttab, ruznameci, çavuşbaşı gibi üst düzey eğitimci ve bürokratların da Manisa'ya gelmelerini gerektirmiş, bazen de şehzade anneleri çocuklarının yanında bulunmuştur.

Buna bağlı olarak Manisa'da şehzadelerin yaşadığı saray-i amire çevresine pek çok âlim, şair, musikişinas, sanatkâr akın etmiş şehir bir ilim, kültür ve sanat merkezi haline gelmiştir.

Şehzadelerin valilikleri döneminde Manisa ilim ve irfan yuvası olmanın yanında, imar faaliyetleri yönünden de en üst düzeyde nasibini almıştır. Bu gün Manisa'da yaşayan tarihi kültür mirası bu yükselme devrinin ürünüdür.

Osmanlılarda eğitim ve öğretim genellikle medreselere dayanıyordu. Medreselerde fıkıh, hadis, tefsir, kelam gibi dersler okutulurdu. Okuma yazma ve bir miktar ilmihal öğrenen öğrenci önce yirmili, ardından derslerini verdikçe otuzlu, kırklı, ellili, altmışlı ve üstü medreselere devam ederdi. II. Bayezid'in eşi Şehzade Şahenşah'ın annesi Hüsnişah Hatun tarafından 1490'da yaptırılan Hatuniye medresesi ile Saruhanoğlu İshak Bey tarafından 1375'de yaptırılıp Osmanlılar tarafından da kullanılan Ulu cami medresesi ellili, III. Murat tarafından 1592'de yaptırılan Muradiye medresesi ise altmışüstü medreselerdendir. Devrin ünlü ilim adamları buralarda ders vermiştir.

II. Mehmet'in (Fatih Sultan Mehmed) Manisa'da bulunduğu 1445'de İtalyan hümanisti Ciriaco d'Ancona ve başka İtalyanlar sarayda şehzadeye Roma ve Batı tarihi okutmuşlar, Patrik Gennadious Hıristiyan inancını anlatan Itikat-namesini Fatih için yazmış, Francesco Berlinghieri cografya ve Roberto Valtoria De re Militari adlı eserlerini Fatih'e takdim etmek istemişlerdir.

Şehirde 1427'de Timurtaş Paşa oğlu Ali Bey tarafından yaptırılan Ali Bey Camii, 1493'de yapılan Göktaşlı Camii, 1474'de yapılan Çesnigir Camii ve kütüphanesi, 1474'de yapılan Hacı Yahya Camii, 1480'de yaptırılan Attar Hoca Camii, 1484'de yaptırılan İvaz Paşa Camii, 1490'da yaptırılan Hatuniye Camii ve Külliyesi, 1522'de Kanuni Sultan Süleyman'ın annesi Ayşe Hafsa Sultan tarafından yaptırılan Sultan Camii ve Külliyesi (camii, medrese, sibyan mektebi, imaret, bimarhane, hamam), 1549'da yaptırılan İbrahim Çelebi Camii, 1569'da yaptırılan Lala Paşa Cami, 16.yy da yapılan Dilşjkar Hatun Külliyesi (camii, hamam), 15. yy da yapılan Derviş Ali Camii, 1571'de yapılan Alaybey Camii, 16. yy da yapılan Muradiye Külliyesi, (camii, medrese, imaret, dükkânlar, kütüphane), 1649'da yapılan Sarabat Camii, 17. yy da yapılan Ayn-i Ali Camii, Nişancıpaşa Camii başlıca camilerindendir.

Bunlardan Muradiye Camii incelik, güzellik ve iç süslemeleriyle ile herkesi hayran bırakan bir eserdir. Planının Mimar Sinan tarafından yapıldığı, inşası için Sinan’ın kalfalarından Mahmut Ağanın görevlendirildiği, 1584 yılında bu mimarin ölümü üzerine yine Sinan’ın kalfalarından mimar Mehmet Ağanın eseri tamamladığını Ahmet Refik'in Sinan adlı araştırmasından öğrenmekteyiz.

Hüsnişah Hatun tarafından yaptırılan Hatuniye Camiinin el işçiliğinin bir şaheseri olan ahşap minberi görenleri büyülemeye devam etmektedir.

16.yy da Pilavcı Hacı Hüseyin tarafından yaptırılan Kabak Tekkesi, 17. yüzyılla tarihlenen Seyit Hoca Tekkesi, Rufai Tekkesi, Titrek Sinan Bey tarafından 15. yüzyılda yaptırılan Sinan Bey Medresesi, Yakup Ağa tarafından 1572'de yaptırılan Kurşunlu Mektep, ümeradan Beseyiş Ağanın oğlu Veled Bey tarafından 146l'de yaptırılan Hindistani Medresesi, Veysi Çelebi'nin 16. yüzyılda yaptırdığı Çapraz-i Sagir Sibyan Mektebi, 16. yüzyılda Manisa'da kadılık yapan Molla Şaban tarafından yaptırılan Molla Şaban Sibyan Mektebi, 1579'da Dilşikar Hatun tarafından yaptırılan Alaybey Sibyan Mektebi, Tezveren Dede, Ayni Ali, Anonim Türbe, Terzi Ahmet Dede ve Yirmiiki Sultanlar Türbesi, Karaköy Hamamı, Hüsrev Ağa Hamamı, Cumhuriyet ve Alaca Hamam, Rum Mehmet Pasa Bedesteni, Saray-i Amire, Kurşunlu Han, Yeni Han, Borsa Kahvesi, Pürnefes çeşmesi, Polat Hacı Mehmet Ağa Çeşmesi, Üç Oluklu Çeşme, Kaval Çeşme, Dertliler Çeşmesi, Muradiye İmareti Çeşmesi, Taşçılar Mescidi Çeşmesi, Ayni Ali Çeşmesi, Sipahi Pazarı Çeşmesi, Derviş. Hasan Çeşmesi, Serabat Çeşmesi ve Vak Vak Çeşmesi de Osmanlı eserlerindendir.

Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi, Ayşe Hafsa Sultan tarafından 1522'de yaptırılan bimarhane XIX. yüzyıl sonlarına kadar akil hastalarına hizmet vermiştir. Hastaların tedavisinde musikinin de kullanıldığı hastanelerden birisidir.

Evliya Çelebi ariflerin, zariflerin toplandığı Manisa kahvehanelerinden söz eder. Her biri dört bolümden meydana gelen bu kahvehanelerin bir bölümünde saz çalanlar, bir bölümünde rakkaslar (erkek oyuncular), birinde hikayeci ve meddahlar, birinde gazel okuyanlar bulunurdu. Manisa kahvehanelerinin en güzel ve en latifleri Karaköy'dekilerdir, bilgisini ünlü gezginimizden öğreniyoruz.

Manisa'daki Osmanlı eserleri devrin ruh halini, ihtişamını, sağlam karakterini, hala eski zindelik, güzellik ve büyüklükleri içinde saklamaktadır.

Manisa özellikle Mevlevi, Rufai, Bektaşi, Halveti tarikatlarının yaygın olduğu, bu kültürün insan davranışlarına yansıdığı bir şehirdir. Evliya Çelebi'nin Manisalılar "Sanat ehli, kanaat ehli, ibadet ehli, ziyaret ehli" ifadelerinden de bu açıkça anlaşılmaktadır.

Fatih'in, Kanuni'nin, II.Murad'in şiirleri bu güne kadar ulaşmıştır.

Bunların dışında; 16. yüzyılda Abdi, Ahmet b. Mehmed-i Mağnisevi, Aşki, Camii, Sevayi Mehmed Celebi, La'li Celebi, 17. yüzyılda İbrahim Magnisavi, Ahmet Fevzi, Birri Mehmet Dede, Mehmet Lütfü Efendi, Mahmut Efendi, 18. yüzyılda Hafiz, Hasan Kenzi, 19. yüzyılda Ahmet Vehbi Efendi, Fehmi Bey, Hocazade Alim Efendi gibi sairler, İbrahim Hakki, Mehmet Efendi, Mehmet Hulusi Efendi, Mehmet Nuri Efendi, Mehmet Rüştü gibi hattatlar, Deruni Celebi, Salis Efendi, Kabilzade Asim Molla ve Hocazade Alim Efendi gibi bestekarlar Manisa'da yetişmiştir.

Şairler içinde en ünlüsü Divan ve Bülbüliye adlı eserleriyle tanınan Birri Mehmet Dede’dir. Birri, 1669-1716'da Manisa'da yaşamış, Manisa’yı, Gediz'i, laleyi, Manisa’nın ileri gelenlerini şiirine konu yapmıştır